Laricani: Hizbullah Köklü Bir Harekettir / Batı Gerçek Bir Müzakere Yapmak İstemiyor


Laricani: Hizbullah Köklü Bir Harekettir / Batı Gerçek Bir Müzakere Yapmak İstemiyor

İran Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreteri, Batı’nın İran’a baskı uygulamak istediğini belirterek, “Amerikan tarafı açıkça ‘Füzelerinizin menzili 500 kilometrenin altında olmalı’ dediğinde, bunun gerçek bir müzakere niyeti olmadığını gösteriyor.” ifadesini kullandı.

Tesnim Haber Ajansı- İran Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreteri Ali Laricani, “Hem-Ahd” adlı televizyon programında Şehit Nasrallah’ın şahsiyetine değinerek şunları söyledi: “Onun hakkında konuşmak uzun zaman gerektirir. Çünkü o, farklı yönleriyle büyük bir şahsiyetti ve sadece bazı özelliklerine değinmek, onu tanıtmak için yeterli değildir.”

Laricani, “Ahlaki ve düşünsel özelliklerin bir araya gelmesi, ondan etkili ve cazip bir şahsiyet oluşturmuştu. En önemli özelliklerinden biri, özellikle Lübnan ve İslam dünyasındaki gelişmeler karşısında tutarlı bir düşünceye sahip olmasıydı. Bazı kişiler çeşitli meselelerde dağınık bir tavır sergilerken, o her zaman olaylara dair net bir bakış açısına sahipti.” dedi.

Laricani sözlerine şöyle devam etti: “Bu geleceğe dönük bakış açısı sayesinde, kurum ve sivil hareketleri iyi bir şekilde yönlendirebiliyordu. Liderler ve yöneticiler böyle bir vizyona sahip olmadıklarında genellikle geçici ve taktiksel tepkilerle yetinirler. Ancak o, zekâsı ve istişareye açık ruhuyla gelişmeleri doğru bir şekilde yönetme yolunu izliyordu.”

Şehit Nasrallah Her Zaman Farklı Kişilerin Görüşlerinden Yararlanırdı

Laricani, “Onun en belirgin özelliklerinden biri, her zaman farklı kişilerin görüşlerinden yararlanmasıydı. Geniş çaplı bilgiler topluyordu, fakat bu bilgilerin içinde kaybolmaz, onların içinden geleceğe dair net bir perspektif çıkarabilirdi.” açıklamada bulundu.

Laricani, “O gerçekten istişareye önem verirdi. Örneğin, şûra yapısına sahip olan Hizbullah’ta, kendisini şûra kararlarına uymakla yükümlü görüyordu. Bizim, Şehit General Kasım Süleymani ve diğer dostlarla birlikte bulunduğumuz oturumlarda da görülüyordu ki; bazen kesin bir görüşe sahip olsa da tartışmalar yapıldığında ve yeni boyutlar ortaya çıktığında kabul edici ve esnek davranıyordu. Yüksek karizma ve toplumsal nüfuza sahip bir şahsiyet için bu istişareye açık olma ruhu son derece önemlidir.” ifadelerini kullandı.
Laricani, bu özelliğin kritik koşullarda da ortaya çıktığını vurgulayarak, “33 günlük savaşın zirvesinde, İslam dünyasında seçkin bir mücahit olarak öne çıkmasına rağmen, alçakgönüllü tavrında ve yönetim tarzında en küçük bir değişiklik olmadı.” söyledi.

Gerçekçilik, Şehit Nasrullah'ın Belirgin Özelliklerinden Biridir

İran Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreteri konuşmasının başka bir bölümünde şöyle söyledi: “Gerçekçilik onun en bariz özelliklerinden biriydi.”

Laricani, “O hiçbir zaman muhatabı yanlış bilgilere yönlendirmek istemezdi ve hakikati olduğu gibi aktarırdı. Bu gerçekçilik ruhundan kaynaklanıyordu ki, her zaman acı ve tatlı olayları birlikte değerlendirir ve buna göre karar verirdi.” dedi.

Laricani, konuyu daha açık hale getirmek için şunları ifade etti: “Bir dönemde bölgedeki durum karışıktı ve aynı zamanda İran’ın nükleer dosyası da karmaşık bir aşamaya girmişti. Batılılar bu iki konuyu birbirine bağlı göstermeye çalışıyordu, oysa hiçbir bağlantı yoktu. Hatırlıyorum, o dönemde Sayın Solana ile müzakerelerimiz vardı ve aynı zamanda 33 günlük savaş patlak verdi. Tam da o sırada Henry Kissinger bir makale yazdı ve şimdi İran’a karşı karar çıkarılması için en uygun zaman olduğunu vurguladı. Bu, onların Lübnan savaşını nükleer meseleyle bağdaştırmak istediklerini gösteriyordu. Hatta Solana bana telefonda, ‘Sabotajcılar işlerini yaptılar’ demişti.”

Laricani sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu iç içe geçmiş meseleler birçok sorun yaratıyordu. Ancak o, her zaman koşulları dikkatle analiz ederek, nükleer alanda sağlanacak herhangi bir anlaşmanın bütün bölgenin yararına olacağı sonucuna varıyordu. Ona göre ister İran’ın bölgedeki diplomatik ilişkilerinde ister uluslararası arenada olsun, böyle anlaşmalar doğru bir yol açıyordu.”
Laricani, “Bu gerçekçilik ruhu, özellikle çok sayıda muhalifi ve düşmanı bulunan bir parti, kurum veya siyasi hareketin yönetim sorumluluğunu üstlenenler için hayati öneme sahiptir ve doğru zamanda doğru kararların alınmasına yardımcı olur.” ifadelerini kullandı.

Şehit Nasrallah Zamanı Ve Mekânı İyi Kullanırdı

Laricani, “Genel olarak söylemek istediğim ve onda yüzde yüz var olan bir özellik, zamanı ve mekânı iyi kullanmasıydı. Bu, güçlü liderlerin özelliklerinden biridir. Bu konuda Eflatun’un bir kavramı vardır: Kairos. Yunanca’da bu, bir siyasi liderin zamanı ve mekânı nasıl kavradığını, nasıl eline aldığını ve tam zamanında karar verdiğini ifade eder.” açıklamada bulundu.

Laricani devamla, “Bu özellik, Seyyid Hasan Nasrallah’ın farklı dönemlerdeki tutumlarında açıkça görülüyordu. Onun yaptığı tercihler, zaman ve mekâna hâkim olduğunu, şartların kendisine hâkim olmadığını gösteriyordu. Örneğin, 33 günlük savaş sırasında ilk hafta çok zorlu geçti ve birçok kişi geri adım atılmasını tavsiye ediyordu. Hatta iç siyasetten, tanınmış bir isim bunun sonu olmadığını, bırakmanın daha doğru olduğunu söylüyordu. Şehit General Kasım Süleymani o ilk hafta İran’a geldi ve bizimle görüşmeler yaptı. O kişi Süleymani’ye, ‘Sizde maceracı ve savaşçı bir ruh var, bu mesele böyle çözülemez’ demişti.” ifadelerini kullandı.

Laricani, “Seyyid Hasan Nasrallah’ın kararı direnmekti. Bay Süleymani ile birlikte Meşhed’e gidip Dini Lider’in huzuruna çıktığımızda, Süleymani bir kez daha bu konunun üzerinde durdu ve Nasrallah’ın kararlılığını pekiştirdi.” açıklamada bulundu.

Laricani, “Onun farklı dönemlerde sahada dimdik durduğu açıktı. Örneğin, Hizbullah’ın siyasi ve askeri eğitimine dair kararları zamanında almıştı. O dönemde Hizbullah, sadece sınırlı güvenlik faaliyetleri olan küçük bir hareketti ve vatanını savunmak için kısıtlı imkânlara sahipti. Eğer bu fırsat zamanında kullanılmasaydı, daha sonra böyle bir karar alma imkânı olmayacaktı. Bu kısa dönem, son derece kritik bir fırsattı.” şeklinde konuştu.
Laricani sözlerine şöyle devam etti: “Suriye krizi başladığında ve teröristler yoğun saldırılar gerçekleştirdiğinde, Suriye hükümetinin buna karşı koyamayacağı açıktı. Irak yönetimi de benzer bir durumda bulunuyordu. Musul gibi şehirler kolayca düştü, Şam ise istikrarsız bir hale geldi. Birçok kişi, can kaybı, maliyet ve hayati ihtiyaçların temini gibi sebeplerden dolayı Hizbullah’ın bu krize girmemesi gerektiğini tavsiye ediyordu. Özellikle de Lübnan gibi bin bir mezhebin bulunduğu bir ülkede herkesin bir fikri oluyordu.”

Laricani şöyle sözlerine ekledi: “Başlangıçta somut bir sonuç elde edilmedi, ancak zamanla bu meselelerin büyük kısmı ortadan kalktı ve muhalif sesler kısmen sustu. Hizbullah’ın varlığının sağlamlaşması birkaç yıl sürdü. Bunun nedeni de, başlangıçta Lübnanlı güçlerin orada konuşlandırılmasıydı. Özellikle de birçok Lübnanlının Suriyelilere sıcak bakmaması, çünkü Suriye daha önce başkentin bazı bölgelerini kontrol etmişti.”

Laricani son olarak, “Lübnan’ın güvenliğini garanti altına aldı. Teröristler gelip Lübnan sınırına kadar dayanıyorlardı ve küçük bir ülke olan Lübnan’a merhamet edeceklerine dair hiçbir sebep yoktu; oysa büyük bir ülke olan Suriye’ye bile acımamışlardı. Hasan Nasrallah, geniş bakış açısı ve zamanı ile mekânı doğru kullanma becerisiyle öne çıktı ve bu güçlerin Lübnan topraklarına girmesine izin vermedi. Böylece Lübnan’ın ulusal güvenliğini fiilen teminat altına aldı.” ifadelerini kullandı.

Şehit Hasan Nasrallah’ın Manevî Kişiliği Vardı

Laricani şöyle devam etti: “Onun öne çıkan bir diğer özelliği, ahlaklı ve etkileyici bir kişiliğe sahip olmasıydı. Birçok siyasi lider doğru kararlar alır, ancak çekici ve etkileyici bir kişilikleri yoktur ve genellikle kendi büyümeleri üzerine odaklanırlar. Örneğin, Bay Trump dünya barışını savunmaya çalışsa da, bu konuda bir çekiciliğe sahip değildir. Buna karşılık, tüm eylemlerini Allah için yapan İmam Humeyni gibi liderler veya hiçbir hareketini kendi menfaati için yapmayan, tüm çabası fedakârlık olan Yüce Lider gibi kişiler özel bir çekiciliğe sahiptir.

Şehit Hasan Nasrallah da böyleydi; o manevî bir kişiliğe sahipti, alçakgönüllüydü ve karşısındakine hissettiren canlı bir çekiciliğe sahipti.”

Laricani devamla şöyle açıkladı: “Şehit Hasan Nasrallah bazen manevi ve tasavvufî haller gösterirdi ve çok alçakgönüllüydü. Birçok kişinin yalnızca coşkulu konuşmalarıyla tanıdığı düşüncesinin aksine, yanına oturduğunuzda son derece samimi ve rahat bir şekilde sohbet ederdi. Bu açıdan kişiliği çok çekiciydi. Derin düşüncelere sahip, danışmaya açık ve mantıklı düşünen bu tür liderler, maneviyatla birleştiğinde çekicilikleri ve etkileri katlanarak artar.”

Devamında, “Birkaç kez Şehit Mugniye bizim evimize geldi ve onunla birlikte akşam yemeği yedik. O dönemde Şehit Mutahari’nin eşi de hayattaydı ve biz orada oturup konuşuyorduk. Sayın Süleymani de oradaydı ve ilişkilerimiz çok yakındı. Çok sayıda hatıram var. Toplantılar, Lübnan, bölge, İran meseleleri ve ayrıca dinî ve ilmi konular gibi çeşitli konularla doluydu.” ifadesini kullandı.

Şehit Nasrallah’ın İran’a Derin Bir İlgisi Vardı

Laricani, “Bu toplantılarda dikkat çeken bir nokta, onun İran’a karşı derin bir ilgisinin olmasıydı; ülkede olan en küçük olay bile onun zihnini meşgul ederdi ve bölgedeki farklı olayları çok iyi bir şekilde birbirine bağlardı. Hatırlıyorum ki bazen Irak sahasında bazı olaylar gerçekleşirdi ve o hemen bu olayları analiz eder, ‘Sizce bu durumun yorumu nedir? Neden bu oldu?’ diye sorardı ve bu meseleler toplantılarda tartışılırdı.” açıklamada bulundu.


Hizbullah Köklü Bir Harekettir ve Gerçekten Cihadî Bir Yapıya Sahiptir

Laricani şöyle devam etti: “Hizbullah’ın darbe aldığı gerçeğini inkar edemeyiz; sonuçta bir direniş hareketidir ve bazı liderleri suikaste uğramıştır, bu da bir darbedir. Şehit Hasan Nasrallah’ın öyle bir karizması vardı ki tüm Hizbullah hareketi ruhen onun etkisi altındaydı; dolayısıyla gerçekten büyük bir darbe olmuştur.”

Ayrıca sözlerini şöyle devam etti: “Ancak bana göre düşmanın bizden çok daha fazla düşündüğü bir nokta var: Bu hareketin köklü bir yapı olması. Çünkü arkasında ideolojik bir düşünce vardır ve cihad yolunu takip eder. Bu harekete baskı yapıldığında, kapasitesi daha da açığa çıkar. Cihadî bir yöntem benimsemiş bir düşünce hareketi böylelikle yok edilemez. Örneğin İran’ın nükleer konusu üzerinden birkaç üniversite hocası suikaste uğratılsa bile, biz o konunun teorisine hakim olduğumuzda, mantık gereği başka birçok kişi yetiştirilmiş olur; dolayısıyla bu sorun suikast ile çözülemez. Diyelim ki birileri burayı bombaladı, ancak İran’ın nükleer sorunu çözülmemiştir; çünkü bilgi ve teori hâlâ vardır. Bu basit bir tasfiye değildir, mesele çok daha derindir.”

Laricani, “Hizbullah köklü bir harekettir ve gerçekten cihadî bir yapıya sahiptir. Benim yaptığım ziyaretlerde çok ilginç bir şekilde orada derin bir yeniden doğuşun yaşandığı belli oluyordu; bu nedenle onlar büyük ölçüde kendilerini yeniden inşa ettiler ve bunu çok hızlı bir şekilde başardılar.” diye sözlerine ekledi.

Laricani, “Bu nedenle düşman kolayca Lübnan topraklarına giremedi; bazı noktalarda yaklaşık 300 metre ilerlediler, başka yerlerde ise bir kilometre, fakat daha ileri gidemediler çünkü Hizbullah güçleri oradaydı ve savaşıyordu.” diye konuştu.

Şöyle devam etti: “Orada bulunduğumda, Hizbullah’ın birkaç genciyle görüştüm; onları gördüğümde hem gurur duydum hem de gerçekten etkilendim. Onlar şöyle söylüyordu: Şehit Hasan Nasrallah şehit olduğunda cephelerde toplandık ve matem yaptık; moralimiz bozulmuştu ve birkaç saat yas tuttuk. Ancak sonra aralarında öyle bir his oluştu ki büyük şehitlerinin ruhu onlara yardım etti ve ‘sonuna kadar direnmeliyiz’ dediler. Bu, ideolojik cihat hareketlerinde meydana gelen şeydir.”

Laricani şöyle bir ifade kullandı: “Amerikalılar, İngilizler ve benzerleri gerçekten Irak’ta direniş hareketini yaratıyorlar. Bir toplantıda bana ‘Irak’ta direniş hareketini başlatmak için ne gibi motivasyonunuz var?’ diye sordular. Ben de ‘Siz Hizbullah’ı Lübnan’da başlatmadınız mı? Şimdi Irak’ta aynı şeyi tekrarlıyorsunuz’ dedim.”

Ayrıca, “İki hata yaptınız, bir değil; şimdi Hizbullah’ı başlattınız. Hizbullah İsraillilerin yaptığı şeyi yaptı; Beyrut’u ele geçirdiler ve doğal olarak oradaki gençler ülkelerini savunmaları gerektiğini hissettiler, bir araya geldiler ve bu grup ortaya çıktı. Elbette biz yardım ettik; bunu inkar etmiyorum, ama onlar kendiliğinden oluştu ve biz sadece destek verdik.” açıklamasını aktardı.

Laricani sözlerine ekledi: “Irak’ta da durum aynı. Siz Batılı ülkeler gelerek Irak halkının üzerine baskı kurdunuz; orayı kendi eyaletiniz gibi yapmak istediniz. Bay Bremer geldi, Irak’ta anayasa yazdı, bakanları atadı ve hatta sembolik bir Irak danışmanı vardı; işler öyle yürüdü ki halkın çoğu aşağılanmış hissetti. Askerleriniz halkın evine giriyor, kapılarını kırıyordu. Peki orada oturan bir Iraklı genç neden böyle olmasın? Doğal olarak isyan eder ve siz kendi ellerinizle direniş gücünü yaratmış olursunuz.”

Laricani, “Elbette biz de onlara yardım ediyoruz; siz bu güçleri yarattığınızda, biz de onlara destek oluyoruz.” diye sözlerine ekledi.

İdeolojik Akımlar Daha Fazla Baskı ile Genişler


Laricani şu şekilde söyledi: "Gerçeğin özü şudur ki, ideolojik akımlar daha fazla baskı altında yok olmazlar; aksine genişlerler. Bu yüzden bence Hizbullah akımı derinleşmiştir. Her örgüt darbe aldığında bir karmaşaya uğrayabilir; ancak köklü bir akım ise tekrar güç kazanır. Hizbullah böyle bir akımdır ve şu anda, verdikleri söze sadık oldukları ve ateşkes sağlandığı için sorun çıkarmak istemiyorlar; fakat sahayı bozabilecek güce sahipler ve şimdilik sabırlı davranıyorlar. Bence bu, Lübnan halkı ve İslam dünyası için büyük bir değerdir; yani fedakârlık yapan, olgun ve eğitimli gençler büyük bir sermayedir."

Devam ederek şunları ekledi: "İsrail’in endişelenmesinin sebebi, bu akımın konumu ve itibarının yarattığı korkudur. Eğer Hizbullah akımı yüzeysel ve önemsiz olsaydı, böyle bir endişe olmazdı; diğer bazı ülkelerdeki akımlar gibi. Bana göre Hizbullah’ın tam anlamıyla anlaşılması zaman alacaktır; bu direniş güçlerinin bu dönemde Müslümanların kaderinde ne kadar etkili olduğunu ve olmasalardı neler yaşanacağını görmek gerekir. Suriye’de eğer direniş zayıf olsaydı veya olmasaydı, İsrail cesaret edip böyle hareket edemezdi; direniş engel oldu. Direniş hattı kaldırılınca, Suriye’ye ne yaptıklarını gördünüz: fiilen ülkeyi terk ettiler ve İsrail istediğini yaptı; grupları birbirine düşürdüler, parçalama peşindeler, aşağılama ve katliamlar düzenlediler. Eğer örneğin otuz yıl önce direniş oluşmamış olsaydı, tüm bölge bu felaketi yaşardı."

ABD ve İsrail’in Planı, İsrail’in Hegemonya Kurmak İçin Askeri Baskı Uygulamasıdır

Laricani şöyle dedi: "Görünüşe göre ABD, İsrail ve Batı büyük ölçüde sınırlı bir zamana sahip oldukları fikrine varmış; bölgenin jeopolitikasını değiştirmek için bu zamanı kullanmak istiyorlar. Günümüzde direniş akımı etkili bir güç olduğundan, bu durumun farkındalar. Asıl amaçları, farklı ülkelerdeki direnişi ortadan kaldırmak ve İsrail’in hegemonyasını kurmaktır. Ancak bilinmelidir ki İsrail’in hegemonyası bazı sınırlamalara tabidir; küçük bir ülke, Yahudi nüfusu ve kendine özgü bir anlayışı vardır. Kabul gören bir hegemonya genellikle düşünsel, ekonomik veya teknolojik üstünlük gerektirir; fakat İsrail’de bu özelliklerin hiçbirisi kayda değer seviyede değildir."

Laricani şöyle devam etti: "Bölgede hiçbir ülke İsrail’in fikirlerini kabul etmiyor; ekonomik hegemonya yoktur ve teknolojik hegemonya da kayda değer değildir. İsrail birçok önemli özelliğini Amerika ve diğer ülkelerden almıştır ve kayda değer bir iç kaynağı bulunmamaktadır. Bu nedenle İsrail’in geriye kalan tek yolu, askeri baskı ve zor kullanmaktır. Sonuç olarak, bölge ülkeleri bilmelidir ki ABD ve İsrail’in planı aslında İsrail’in hegemonyasını sağlamak için askeri baskıya dayanmaktadır."

Son olarak şunları ekledi: "Eğer ABD her gün cenaze törenleri yapmak, farklı ülkelere saldırmak istiyorsa, bu durumun sebeplerini iyi anlamalıyız."

Amerika ve İsrail, Çin, Rusya ve İran’ı Tehdit Olarak Görüyor

Laricani şöyle dedi: "Bizimle yaptıkları bu savaşın amacı neydi? İran'ın bölgede büyük bir güç olduğu, hegemonya açısından bakıldığında, ona hükmetmenin bir yolu olmadığı söyleniyordu; Bu ülke köklüdür, teknolojisi vardır, imkanları vardır, yüz milyonluk bir nüfusa sahiptir, büyük bir ülkedir ve uzun yıllar imparatorluğu olmuştur; her halükarda büyük bir ülke. Egemenlik nasıl sağlanmalı? Egemenlik elde etmek imkânsız. "Siz nükleersiniz, değil mi?" Diyelim ki İran'ın nükleer bilgisi var. Bizim şu anda silahımız yok ama sizin silahınız var, neden savaşıyorsunuz? Bunların hepsi bahane. Bu düşman herkesin evinde; egemen olmanın başka bir yolu olmadığını anladılar.”

Laricani, “Katar'a yapılan bu saldırıdan sonra genel olarak kabul edildi, ancak bunun pratik iradeye dönüştürülmesi gerekiyor. Bu kısım sorunludur, çünkü bazılarının konforu etkilenebilir; mücadele ve çatışma söz konusu; Artık bu şekilde yaşamanın mümkün olmadığını kabul etmeli ve onurları için harekete geçmelidirler. Şimdi onların da sorunları var.” diye sözlerine ekledi.

Laricani şöyle devam etti: "ABD ve İsrail’in bölgedeki planı, bunları bölmek ve meseleyi yanlış görmek üzerine kuruludur. ABD’nin bölgede tam bir planı vardır. İsrail’in bölgeye hâkim olması gerekir ve bu iki hedefi izliyorlar; birincisi, bölgenin tamamının İsrail tarafından yönetilmesi ve her zaman kontrolün ABD’de olmasıdır; ayrıca Çin ile bağlantının kesilmesi, çünkü Çin ekonomik açıdan hegemonik bir güç olarak ortaya çıkmıştır ve bölgede etkisini artırmaktadır. ‘Bir Kuşak, Bir Yol’ projesi ile ekonomik yolu sizlere doğru uzanmakta ve Avrupa’ya yönelmektedir; bu nedenle Avrupa kısmen savunma pozisyonu almıştır, fakat bölgede Amerikanların ulusal güvenlik belgelerinde Çin ilk sırada yer almakta, ardından Rusya ve sonra İran gelmektedir; bunları tehdit olarak görmektedirler."

Laricani şöyle konuştu: "Ajans ile uzlaşmaya gidin. Şimdi, her ne nedenle olursa olsun mesele tartışıldı, yollar belirlendi ve bir çerçeve oluşturuldu; çünkü bazı nükleer merkezler bombalanmıştı ve nükleer bir merkezin bombalanması tarihte ilk kez yapılmıştı, yeni sistemler onların için yazıldı ve Mısır’da anlaşma sağlandı. Bu anlaşmanın üzerine gitmek, ancak Ruslar yeniden çözüm önerisi sundu ve İran bunu kabul etti. Hatta Avrupa’dan bir öneri geldi ve İran tüm olasılıkları kabul etti; farklı yollarla müzakereler yapıldı."

Batı Gerçek Müzakereler Yapmak İstemiyor

Laricani şöyle devam etti: "Peki karşı taraf neden kabul etmiyor? Çünkü kafalarında bir şey var ve şu anda İran’a baskı yapabilecekleri fırsat olduğunu düşünüyorlar. Aldığımız bilgilere göre, Batı ve İsrail ekonomik baskı ile İran’da toplumsal krizler oluşturabileceklerini ve bu şekilde İran ile kolayca hesaplaşabileceklerini düşünüyor. Sanırım bunu denemek istiyorlar, çünkü biz olası tüm yolları denedik. Ajans ile müzakere yapılması istendi, hatta Amerikalılar ile görüşme gündeme geldi ve dediler ki ‘şartınız varsa, sonucu istediğiniz şekilde olsun’. Liderlik bunu müzakere olarak kabul etmedi; fakat şart yoksa ‘5+1’ çerçevesinde görüşme yapılabilir dedi."

Laricani, "Amerikan tarafı açıkça ‘füzelerinizin menzili 500 kilometrenin altında olmalı’ dediğinde, gerçek müzakere yapmak istemediklerini göstermektedir. Yani tüm bu yollar denendi, fakat onların kafasında fırsat var ve bunu değerlendirmek istiyorlar; karşılarında hangi milleti bulduklarını anlamak istiyorlar. Elbette bu ülkeye zorluk yaratacaktır, ancak çabalamalıyız ve inşallah Allah yardım eder ki bu zorluk, onların istediği şekilde oluşmasın. Çünkü yaptırımlar öyle geniş kapsamlıdır ki, diyebiliriz ki bir yaptırım ülkeleri birliği oluşmuştur." diye konuştu.

Laricani sözlerini şöyle tamamladı: "Benim Barış Nükleer Anlaşması’nda önerim, fikir ayrılıklarını çözmek için bir İran temsilcisi, bir ‘1+5’ temsilcisi ve her iki tarafın kabul edeceği bir temsilcinin karar vermesiydi; bazı arkadaşlar İran’da bunu kabul etmedi. Snapback mekanizmasının iyi bir yöntem olduğunu düşünmüyorum. Önce Amerika, sonra Avrupalılar ihlal ettiler ve şimdi İran’ı ihlal etmekle suçluyorlar.

En Çok Okunan İran Haberler
En Önemli İran Haberler
En Çok Okunan Haberler