Hint Alt Kıtası’nın Yükselen Güçleriyle Şekillenen Körfez Güvenliği


Hint Alt Kıtası’nın Yükselen Güçleriyle Şekillenen Körfez Güvenliği

Hindistan ve Pakistan’ın Fars Körfezi güvenlik denklemlerine ciddi biçimde dâhil olmasıyla birlikte, bölge iki nükleer güç arasındaki kadim rekabetin yeni bir sahnesine dönüşecektir. Bu durum, mevcut denklemlere (örneğin ABD-Çin rekabeti) başka bir karmaşıklık katmanı eklemektedir.

Tesnim Haber Ajansı - Fars Körfezi, dünyanın en kritik jeopolitik ve jeoekonomik arterlerinden biri olarak, güvenlik mimarisinde derin bir dönüşümün eşiğinde bulunmaktadır. Suudi Arabistan ile Pakistan arasında yakın zamanda imzalanan stratejik anlaşma, görünürde İslamabad’ın Riyad için “nükleer şemsiye” rolünü resmileştirse de, yalnızca iki taraflı bir anlaşma değildir; aynı zamanda bölgesel düzenin paradigma değişiminin somut bir göstergesi ve uluslararası arenadaki hızlı gelişmelere verilen bir yanıttır. Bu anlaşmayı doğru değerlendirmek için, onu üç katmanda analiz etmek gerekir: tarihsel kökler ve uluslararası bağlam, Pakistan’ın seçilme mantığı ve bölgesel sonuçlar ile yükselen güçlerin rekabeti. 

1.Tarihsel ve Uluslararası Bağlam: ABD’nin Koruma Şemsiyesinin Zayıflaması ve Alternatif Arayışı 

Fars Körfezi’nde bölge dışı ve nükleer güçlerin varlığı yeni bir olgu değildir. İngiliz sömürge döneminden 1970 sonrası ABD hegemonyasına kadar, Fars Körfezi’nin güney kıyısındaki ülkelerin güvenliği daima bir dış güce bağlı olmuştur. ABD’nin “kapsayıcı koruma şemsiyesi”, askeri, siyasi ve nükleer boyutlarıyla, bu ülkelere “hayatta kalma paradoksunu” çözme ve ekonomik kalkınma yolunda daha az güvenlik kaygısıyla ilerleme imkânı sağlamıştır.

Dönüm noktası, 2010’ların ortalarında ABD’nin “Asya’ya Yöneliş” (Pivot to Asia) stratejisini ilan etmesiyle başladı. Bu strateji, Washington’un Orta Doğu’daki taahhütlerini ve askeri varlığını azaltması anlamına geliyordu ve Arap ülkelerini ciddi bir güvenlik boşluğuyla karşı karşıya bıraktı. Aramco petrol tesislerine yönelik saldırılar, Yemen savaşı ve özellikle İsrail’in bölgedeki ülkelere (Katar, Suriye, Lübnan ve İran dahil) gerçekleştirdiği askeri saldırılar, Arap liderlere artık kriz anlarında ABD’nin koşulsuz desteğine güvenemeyeceklerini acı bir şekilde gösterdi. Ukrayna savaşı da bu uluslararası düzen dönüşümünü hızlandırdı ve tüm bölgesel aktörlere kendi güvenliklerini teminat altına almak için alternatif ittifaklar kurma ve güvenlik doktrinlerini güncelleme zorunluluğunu öğretti. Suudi Arabistan-Pakistan anlaşması, her şeyden önce bu yeni algının doğrudan bir ürünü ve ABD’nin bölgenin güvenlik garantörü rolündeki zayıflamasından doğan boşluğu doldurma çabasıdır. 

2.Neden Pakistan? Yeni Şartlarda Tarihsel Bir İlişkinin Canlandırılması 

Suudi Arabistan’ın stratejik ortak olarak Pakistan’ı seçmesi, derin ve çok katmanlı tarihsel bir ilişkiye dayanmaktadır.
*İşbirliği geçmişi: İki ülke arasındaki stratejik işbirliğinin zirvesi, Soğuk Savaş döneminde ve Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgali sırasında gerçekleşti. O dönemde Riyad ve İslamabad, Washington’un desteğiyle Kızıl Ordu’yu sahada durdurmayı başardı ve sağlam bir ittifakın temellerini attı.
*Nükleer söylentiler: Pakistan’ın nükleer kulübe katılmasından bu yana, bu ülkenin nükleer projesinin Suudi Arabistan’ın mali desteğiyle ilerlediği ve karşılığında Pakistan’ın Riyad’a nükleer bir “koruma şemsiyesi” sunmayı taahhüt ettiği iddiası gündemdeydi. Son anlaşma, aslında bu “söylentiyi” uluslararası hukuk düzeyinde bir “resmî anlaşmaya” dönüştürmektedir.

*İlişkilerde iniş çıkışlar ve Hindistan’ın rolü: Pakistan’ın Yemen savaşına katılmayı reddetmesinin ardından iki taraflı ilişkilerde soğukluk yaşandı. Aynı dönemde, özellikle Veliaht Prens Muhammed bin Selman döneminde, Suudi Arabistan ile Hindistan arasındaki ilişkiler dikkat çekici şekilde gelişti ve Hindistan Riyad’ın başlıca petrol ve ekonomi ortaklarından biri haline geldi. Ancak son dönemde iki gelişme bu denklemi değiştirdi:

1.Rusya’nın ucuz petrolünün Hindistan pazarına girişi: Ukrayna savaşının ardından Hindistan rafinerileri, Rusya’dan indirimli petrol alarak Suudi petrolüne bağımlılığını azalttı. Bu durum iki ülke arasındaki siyasi ilişkilere de gölge düşürdü.

2.Pakistan’ın uluslararası konumunun yükselmesi: Görünüşe göre Pakistan, ABD’nin yeşil ışığıyla, bölgesel ve küresel denklemlerdeki yerini yeniden tanımlamaktadır. Pakistan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Asim Munir’in Amerikalı yetkililerle yaptığı çok sayıda görüşme ve Suudi Arabistan ile imzalanan son anlaşma, bu ülkenin Batı’nın bölgeye yönelik yeni stratejilerinde daha üst bir rol üstlenmeye başladığını göstermektedir.

Sonuç olarak, Suudi Arabistan, eski güvenlik düzenindeki kırılganlıkları görerek ve ABD’nin Pakistan’a yönelik olumlu sinyallerini alarak, İslamabad ile stratejik ittifakını yeniden canlandırma ve bu ülkenin güvenlik taahhüdünü resmileştirme fırsatını değerlendirmiştir. 

3.Bölgesel Sonuçlar: Fars Körfezi’nde Yükselen Güçlerin Çok Katmanlı Rekabeti 

Bu anlaşma yalnızca münferit bir olay değil, bölgede daha karmaşık yeni bir güvenlik mimarisinin oluşması için bir katalizör niteliğindedir:
* İttifaklarda çoğulculuk: Bölgedeki diğer ülkeler de boş durmamaktadır. BAE ile Hindistan arasında şekillenmekte olan benzer bir anlaşma, Abu Dabi ile Riyad arasındaki geleneksel rekabeti ve dengeleme çabalarını yansıtmaktadır. Katar’ın Türkiye ve Fransa ile, Kuveyt’in Türkiye ve İtalya ile, Bahreyn ve Umman’ın ise İngiltere ile kurduğu ilişkiler, hepsinin “güvenlik sepetlerini çeşitlendirme” çabasıdır; böylece ABD’nin desteğinin etkisiz kalması hâlinde savunmasız kalmayacaklardır.

* Alt kıta rekabetinin Fars Körfezi’ye taşması: Hindistan ve Pakistan’ın Fars Körfezi güvenlik denklemlerine ciddi biçimde dâhil olmasıyla birlikte, bu bölge iki nükleer güç arasındaki kadim rekabetin yeni bir sahnesine dönüşecektir. Bu durum, mevcut denklemlere (örneğin ABD-Çin rekabeti) başka bir karmaşıklık katmanı eklemektedir.

* Yükselen güçler için enerji güvenliğinin önemi: Fars Körfezi, dünyanın fabrikaları olan Çin ve Hindistan’ın ihtiyaç duyduğu enerjinin büyük bir bölümünü sağlamaktadır. Bölgedeki gerilimlerin artması ve olası askerî çatışmaların (ister İran-ABD arasında ister İran-İsrail arasında) ortaya çıkması durumunda, bu güçler enerji hatlarının güvenliğini garanti altına almak için bölgede daha etkin askerî ve diplomatik varlık göstermek zorunda kalacaklardır. 

Sonuç ve İran İçin Zorunluluk 

Fars Körfezi, nükleer ve yükselen güçlerin daha belirgin biçimde yer aldığı askerî ve stratejik rekabetlerin sahasına dönüşmektedir. Suudi Arabistan ile Pakistan arasındaki anlaşma, İran’ın güney sınırlarının güç hareketliliğine, ittifak değişimlerine ve yeni güvenlik düzenlemelerine tanıklık edeceğini gösteren bir uyarı niteliğindedir. ABD’nin yaklaşımındaki değişim ve bölgede muhtemel çatışmalara dair kaygılardan kaynaklanan bu gelişmeler, doğrudan İran İslam Cumhuriyeti’nin ulusal çıkarları ve stratejik güvenliği üzerinde etkili olmaktadır.

Bu nedenle, ülkenin stratejik kurumlarının bu değişimleri yüksek hassasiyet ve dikkatle izlemesi, söz konusu dönüşümlerin karmaşık katmanlarını doğru kavrayarak, İran’ın çıkarlarını korumak ve Fars Körfezi’nin ülkeyi açık denizlere bağlayan kapısı olarak güvenliğini sağlamak için uygun çözüm yolları geliştirmesi elzemdir. 

Yazar: Hamid Rıza Kazımi

En Çok Okunan Batı Asya Haberler
En Önemli Batı Asya Haberler
En Çok Okunan Haberler