İsrail’in Katar’a Saldırısı; Tel Aviv’in Bölge Ülkelerine Mesajının Şifresi Çözülüyor


İsrail’in Katar’a Saldırısı; Tel Aviv’in Bölge Ülkelerine Mesajının Şifresi Çözülüyor

Alirıza Mecidi, yayımladığı bir analitik videosunda, Siyonist rejim ve Netanyahu kabinesinin geçtiğimiz hafta Katar’ın başkenti Doha’ya yönelik saldırısının ve Hamas’ın siyasi büro ofisinin bombalanarak Filistin direnişi liderlerinin suikast hedefi yapılmasının arkasındaki amaç ve motivasyonları değerlendirdi.

Tesnim Haber Ajansı - Batı Asya uzmanı Alirıza Mecidi, söz konusu analitik bir videoda, Siyonist rejimin ve Netanyahu kabinesinin geçtiğimiz hafta Doha’daki Hamas’ın siyasi bürosuna yönelik saldırısını ve bu saldırının perde arkasındaki hedefleri ayrıntılı şekilde ele aldı.

Siyonist rejimin geçtiğimiz hafta Katar’ın başkenti Doha’da Hamas’ın siyasi bürosuna düzenlediği saldırı birkaç açıdan değerlendirilebilir. Bu gelişmenin en önemli boyutlarından biri, Tel Aviv’in Batı Asya bölgesinde yeni bir bölgesel düzen tesis etme çabasıdır.

Siyonistler, 2015 yılından itibaren Batı Asya bölgesinde yeni bir düzen kurmaya yönelik fiili girişimlerine başladılar. Daha sonra, Donald Trump’ın 2019’daki ilk başkanlık dönemiyle eş zamanlı olarak, “Yüzyılın Anlaşması” adı verilen plan çerçevesinde kendi taleplerini Beyaz Saray’ın gündemine sokmayı başardılar.

Bu plan, ABD’nin eski başkanı Joe Biden’ın görev süresi boyunca bir süre gölgede kalsa da, Trump’ın ikinci başkanlık döneminin başlamasıyla birlikte Siyonistler, planın ilerletilmesi ve hayata geçirilmesi yönündeki çabalarını kararlılıkla artırdılar.

Siyonistlerin öngördüğü yeni düzen üç temel özelliğe sahiptir: 
Birincisi, tüm Arap ülkeleri İbrahim Anlaşmaları’na katılmalı ve Siyonist rejim ile ilişkilerini normalleştirme sürecine dahil olmalıdır.
İkincisi, tüm Arap ve İslam ülkeleri İsrail ile olumlu ve yapıcı bir toplumsal ve ekonomik etkileşim sürecine girmelidir. Öyle ki, bu ülkelerin ekonomilerinin İsrail’in ekonomisine bağlanması gerekir. Siyonistler, yeni bölgesel düzenin sürdürülebilirliği ve devamlılığının, Arap ve İslam ülkelerinin İsrail’e doğrudan ekonomik bağımlılığına bağlı olduğuna inanmaktadır.

Siyonistlerin öngördüğü yeni düzenin üçüncü özelliği ise “İsrail’in Batı Asya bölgesinin tamamı üzerinde güvenlik üstünlüğü kurmasıdır.” Biden döneminde, bu düzenin “İbrahim Anlaşmaları”ndan doğan entegrasyon sürecine katılmış ülkelerden oluşan ağ tabanlı bir model üzerine inşa edilmesi öngörülmüştü. Ancak Trump döneminde bu model köklü bir dönüşüm geçirerek piramit şeklinde bir modele evrildi; bu modelde İsrail, Batı Asya’nın güvenlik yapısının zirvesine yerleştirilmiştir. Trump yönetimi, bu piramit modelinin üstünlüğünü ve İsrail'in Batı Asya bölgesinde güvenlik merkezi olmasını destekledi, çünkü bu modelin uygulanması için daha güçlü bir yürütme garantisine sahip olduğuna inanıyordu.

Bu modelde İsrail, üç stratejik unsura, güçlü hava kuvvetleri, gelişmiş istihbarat aygıtı ve teknolojik üstünlük, dayanarak piramidin tepesine yerleştirilmektedir. Bu üç unsur, İsrail ile diğer ülkeler arasında belirgin bir fark yaratmalı, hatta derin bir uçurum oluşturmalıdır. Böylece bölgedeki diğer ülkeler, Tel Aviv’in bölgesel güvenlik düzenini yeniden şekillendirme sürecindeki üstün konumunu kabullenmek durumunda kalmaktadır.
Bu modele göre İsrail, bölgede herhangi bir noktada kendisini tehdit altında hissettiğinde, “önleyici savunma operasyonu” gerçekleştirme hakkına sahip olacaktır.

Bu bakış açısını kalıcı kılmak için İsrail, bölgenin herhangi bir yerinde, herhangi bir tehdit kaynağına karşı koyma kapasitesine sahip olduğunu göstermek zorundadır. Bu durum yalnızca “direniş ekseni” ile sınırlı değildir.

Aslında Tel Aviv liderliğinde öngörülen bu piramit güvenlik yaklaşımının amacı, Batı Asya’da İsrail’in çıkarlarına karşı faaliyet yürütülebilecek güvenli bir noktanın ya da istikrar adasının bulunmadığını göstermektir. İsrail’in tehdit algıladığı her yer, bu rejimin düşmanlarına karşı askeri operasyon gerçekleştirebileceği bir alan olarak görülmektedir.

Bu bağlamda Katar, bazı özellikleri nedeniyle bölge liderlerinin zihninde bu anlayışı pekiştirmek için sembolik bir hedefe dönüşmüştür: 
Birincisi, işgal altındaki topraklardan coğrafi uzaklığı.
İkincisi, doğrudan güvenlik tehdidinin düşük olması.
Üçüncüsü, Doha’nın ABD ile çok yakın ilişkileri,
Aynı zamanda Hamas’ın siyasi bürosuna ev sahipliği yapmasıdır ki bu da esasen ABD’nin onayıyla gerçekleşmiştir.

Netanyahu kabinesi, Katar’a yönelik bu saldırıyla şu mesajı vermek istemiştir: “ABD ve Avrupa ülkeleriyle özel ilişkilere sahip bir ülkeye bile saldırı düzenleyebiliyorsak, bölgedeki tüm ülkelere açıkça şunu bildiriyoruz: Gerek uzak, gerekse yakın gelecekte, ihtiyaç duyduğumuz anda sizlerden herhangi birine benzer bir saldırı gerçekleştirme hakkımızı saklı tutuyoruz.”

Bu açıdan bakıldığında, Batı Asya’da yeni düzenin inşasını birkaç aşamada açıklamak mümkündür:
Birincisi, “direniş coğrafyası” olarak adlandırılan İran, Irak, Lübnan, Suriye ve Yemen gibi ülkelerle mücadeledir. İkincisi, Katar gibi aracı ve arabulucu ülkeleri kapsamaktadır. Üçüncüsü ise Türkiye, Katar ve ardından Mısır gibi ülkeleri içine almaktadır. Sonraki aşamalar ise diğer Arap ve İslam ülkelerini kapsayabilir.

Bu süreçte, İran dış politikasının üst düzey yetkilileri ve karar alıcılarının gündemine alması gereken en önemli husus, İran'ın diplomatlarının bölgedeki diğer aktörlerde şu algıyı oluşturmak için tüm ikna edici kapasitelerini kullanmalarıdır: İsrail rejimi önce birinci basamakta direniş coğrafyasına saldırılar düzenlemiş, ardından ikinci basamakta Katar’ın başkenti Doha’yı hedef almıştır. Bu gerilim merdiveninde, bölgedeki diğer ülkeler de er ya da geç Siyonist rejimin askeri ya da güvenlik-istihbarat tehditleriyle karşı karşıya kalacaklardır.

Böylesi bir durumda, İslam ülkelerinden beklenen şey Siyonistlerin “terörle mücadele” adı altında öne sürdüğü yalan ve gülünç bahanelerle diğer ülkelere saldırılarını engellemek için bölgesel ittifaklar oluşturmaya çalışmaları ve geçmişteki siyasi ve güvenlik kırmızı çizgilerini yeniden gözden geçirmeleridir. Bu sayede Siyonist rejimin yayılmacı politikalarına karşı koymak mümkün olacaktır.

Aslında bu politika, İran İslam Cumhuriyeti’nin takip etmesi gereken bir yoldur. Böylece hem Siyonist rejimin tehdidi dizginlenebilir, hem de bu rejime karşı bölgesel düzeyde kolektif caydırıcılık kapasitesi güçlendirilebilir.

En Çok Okunan Batı Asya Haberler
En Önemli Batı Asya Haberler
En Çok Okunan Haberler