Trump'ın Kaos İmparatorluğu ve Büyük Amerika Hayali
Donald Trump bir kez daha tarihin en güçlü emperyalist imparatorluğunun başına geçti. Ancak Trump'ın yayılmacı emelleri derinleşen Amerikan kapitalizminin krizine bir çözüm sunmuyor.
Tesnim Haber Ajansı- ABD'nin 47'nci başkanı seçilen Donald Trump dün Kongre'de düzenlenen yemin töreniyle görevine resmen başldı. Trump tören öncesi Amerika'yı yeniden büyük yapacağını ve özellikle Gazze soykırımından sonra rezil duruma düşen ülkesini kurtaracağını ileri sürdü.
Ancak Biden göreve geldikten sonra dünya kökten değişti ve dünya artık onun başkanlığının ilk günlerindeki gibi değil. Koronavirüs salgını, NATO'nun Ukrayna'daki vekalet savaşının başarısızlığı ve Gazze'deki soykırım, küresel ilişkileri değiştirdi ve önceki yıllarda "insan hakları", "uluslararası hukuk" ve ‘’insan hakları’’ gibi kavramlar paramparça oldu.
Şu anda küresel kapitalizmi temsil eden ABD ciddi bir kriz içindedir.
Trump'ın böyle bir krizi yönetme planının ne olduğu çok net değil ve sosyal medyadaki açıklamaları ve paylaşımlarına bakılırsa, gelecekte nasıl stratejiler benimseyebileceği konusunda net bir fikir edinmek mümkün değil.
"Amerika Kalesi" Stratejisi
Bazı Amerikan medya kuruluşları Trump'ın düşüncelerini "Monroe Doktrini"nin devamı olarak değerlendiriyor ve isminin ilk harfinden (Donald) yola çıkarak, projesinin aslında "Donro Doktrini" olduğunu söylüyor. Trump, "Amerika Kalesi’’, ‘’güçle barış’’, ‘’ekonomik milliyetçilik’’ "Önce Amerika" politikasını uygulamaya çalışırken kendi "saldırgan izolasyonculuk" fikrini takip etmek istiyor.
Aşırı izolasyonizm ve tek taraflılıkla birleşmesi olan “Amerika Kalesi” yaklaşımı, aşırı bir Amerikan milliyetçiliği biçimidir. Bu görüş, dünyanın kazan-kaybet yarışı içinde olduğuna ve diğer ülkelerin yıllardır Amerika'nın cömertliğinden ve açık sözlülüğünden yararlandığına inanmaktadır. Buna göre uluslararası kurumlar içinde işbirliği yapmak ya da küresel ortak çıkarlara önem vermek, süper güç için bir kayıp olarak değerlendirilmektedir.
Bu modelin küreselleşmenin Amerikan ulusal egemenliğini zayıflattığını ve ülkeyi küresel gelişmelere karşı daha savunmasız hale getirdiğini iddia edenler liberal değerlerin yaygınlaştırılmasını beyhude ve idealist bir çaba olarak görüyorlar. Bu modele karşı çıkanlar Amerika'nın muazzam askeri gücünü koruması gerektiğine ve bu gücün sadece ulusal çıkarları savunmak için kullanılması gerektiğine inanıyorlar.
Monroe Doktrini
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı James Monroe tarafından, Kongre’ye bir mesaj olarak yollanan Monroe Doktrini; Amerika Birleşik Devletleri’nin yalnızlık politikası olarak tarif edilmektedir. ABD’nin temel dış politika hatlarını belirleyen bu doktrine göre; ABD Avrupa içişlerine karışmayacak ancak aynı tavrı Avrupa’dan da bekleyecek ve Avrupa ile olan ilişkileri yalnızca ticari faaliyetler ile sınırlı tutacaktır. Tüm dünyaya “Amerika, Amerikalılarındır” mesajını veren Monroe Doktrini tarihi ise 2 Aralık 1823’tür.
20. yüzyılda Theodore Roosevelt, Monroe Doktrini'ni tamamlayan bir politika uyguladı. Roosevelt artık Amerika'nın, ABD'li şirketlerinin çıkarlarını korumak ve Avrupalıları uzak tutmak için Latin Amerika'ya müdahale etme hakkı ve görevi olduğunu iddia ediyordu. Bu politikayı suikastlarla, darbelerle, çeşitli işgallerle sürdürdü.
Rus Devrimi ve iki dünya savaşının ardından Soğuk Savaş döneminde süper güçler ABD ve Sovyetler Birliği arasında nispi bir denge kurulmuştu. Ancak Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla birlikte dünya "tek kutuplu" bir yapıya büründü. Amerikan emperyalizmi artık dizginlenemez bir hal almıştı ve onu dengeleyecek hiçbir güç yoktu.
Böylesi bir ortamda "Neocon" olarak adlandırılan politikacılar Amerikan gücünün kullanımında sınır tanımıyorlardı ve Monroe Doktrini'ni tüm dünyaya yaymaya çalışıyorlardı. Dick Cheney, Donald Rumsfeld ve Robert Kagan gibi isimler Dışişleri Bakanlığı'nın yanı sıra onlarca etkili düşünce kuruluşuna da hakimdi.
Joe Biden'ın başkanlığı döneminde Beyaz Saray ve Dışişleri Bakanlığı'ndaki savaş yanlısı politikacılar aynı saldırgan politikaları izlediler. Bu doğrultuda Ukrayna ve Ortadoğu'da yıkıcı ABD maceralarını sürdürdüler.
Donald Trump ikinci başkanlık dönemine böyle bir ortamda başlıyor. ABD emperyalist tiranlığı küresel düzenin yeniden şekillendirilmesi ihtiyacını hızlandırmıştır. Bu yüzden ekonomik ve askeri güçler olan Çin ve Rusya ile İran ve Brezilya gibi anti-hegemonik güçlerin de katılımıyla hızla büyüyen BRICS ittifakı oluşturulmuştur.
Trump ve çevresinin, Amerika'nın dünyada polis rolü oynamaya çalışmak yerine geri çekilip kendi "arka bahçesinde" meşgul olması gerektiğini anlamış gibi görünüyor. Trump ve etrafındaki Siyonist ideologlar Tel Aviv'e tam destek vermeye devam edecekler. O, Obama, Biden ve hatta Netanyahu'yu Ukrayna ve Ortadoğu'da yarattıkları kargaşadan dolayı suçluyor.
Trump'ın Kaos İmparatorluğu
Görünüşe göre, Trump, Biden'ın Amerika'yı daha geniş bir çatışmaya sürükleme çabalarına kanmayacak. Ukrayna'daki savaşı 24 saat içinde bitirmeyebilir, ancak Ukrayna'nın NATO'ya katılmasına izin verilmeyeceğini Zelenskiy'e açıkça söyledi.
O, son günlerde şunları söyledi: “Rusya yıllardır NATO’nun Ukrayna’ya asla müdahil olamayacağını söylüyor. Biden ise 'Hayır, NATO'ya katılabilmeleri gerekiyor' dedi. Eğer böyle olursa NATO Rusya'nın kapısına dayanmış olacak. Onların bu konudaki duygularını anlayabiliyorum."
Trump'ın bu yorumu, Avrupalı müttefiklerine sırtını dönmesi anlamına gelecek; Rusya'nın her türlü eyleme hazır olabileceği bir durumda Avrupalılar için korkutucu bir gerçek. Trump'ın adı kaos ve anarşiyle anılıyor. Avrupalılar onun yarattığı kaosun Obama ve Biden gibi isimlerin yarattığı krizden farklı olduğunu biliyor.
Trump'ın dış maceralarından çekilip iç meselelere odaklanmaya çalışıyor gibi görünüyor; Bu politika Amerika'nın sınırlarına ve ABD müttefiklerine kaos getirebilir ve bölgesel rakiplerin daha küçük ölçekli düzenlerde güç gösterisinde bulunma ve kendi konumlarını tanımlama arayışına girmelerine yol açacaktır.
Ancak Trump’ın projeleri farklı bir biçim alabilir, onun dış politikasının içeriği bir açıdan seleflerinin izlediği politikayla esasen aynıdır. Trump Amerikan kapitalist sınıfının iktidarını ve çıkarlarını mümkün olan her yolla koruyacaktır.
BRICS Grubu, Rusya ve Çin
Yazının başında da değindiğimiz gibi Trump'ın ülkesinin politikalarını ilerletme çabalarının başarılı olması için ciddi koşullar gerekiyor. Grönland, Danimarka, Panama ve hatta Kanada veya Meksika'ya yaptığı zorbalık ona bazı tavizler kazandırabilir ama Çin, Rusya ve İran gibi büyük güçlerle baş etmek kolay değil.
ABD'nin on yıllardır sürdürdüğü hegemonik politikalar sonucunda bu güçler diğer ortaklarıyla ekonomik ve askeri açıdan birbirlerine yakınlaşmışlardır. Çin ve Rusya birlikte geniş topraklara, nüfusa, doğal kaynaklara ve tabii ki askeri açıdan güçlüdür.
ABD'nin yaptırımları ve diğer ticaret kısıtlamalarını aşırı şekilde kullanması, bir yandan dolara güveni zedelemiş ve diğer yandan da yaptırıma maruz kalan ülkeleri kendi ileri teknolojilerini geliştirmeye zorlamıştır. Sonuç olarak Çin ve Rusya gibi ülkeler 30 yıl öncesine göre çok değişmiştir.
BRICS'in ortaya çıkışı bu değişimin en bariz örneğidir. Tahminler farklılık gösterse de bazı raporlara göre BRICS ülkeleri ortaklaşa olarak dünya GSYH'sinin neredeyse yarısını üretmekte. Bu rakam G7 ülkelerinin payından çok daha fazla.
Dünyanın GSYİH açısından ilk 10 ülkesi arasında yer alan beş ülke BRICS üyesidir: Çin, Hindistan, Rusya, Brezilya ve gruba yeni üye olan Endonezya, dünyanın yedinci büyük ekonomisi ve dördüncü en kalabalık ülkesi.
Trump istese istemese de, Biden'ın Amerikan emperyalizminin çöküşünü durdurma girişimlerinde kullandığı araçların aynısını kullanacaktır. Ukrayna savaşı ABD için bir dönüm noktasıydı. Bu savaş, Batı'nın savaş başlatma ve kazanma yeteneğini ciddi biçimde azaltırken gücünün kağıttan kaplan olduğunu ortaya çıkardı.
Bu durumda Amerikan emperyalizminin rakipleri, güç dengesini kendi lehine çevirme fırsatı bulacaktır. Er ya da geç Amerikan emperyalizmi bir "süper güç" olmadığı gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalacak. Trump'ın "Amerika Kalesi" yaklaşımı da, ABD'nin sorunlarına yenilerini ekleyebilir ve ülkenin krizden çıkmasına yardımcı olmayacaktır.