İranlıların köklü ulusal birliği ve topraksal bütünlüğünde Safevilerin rolü


İranlıların köklü ulusal birliği ve topraksal bütünlüğünde Safevilerin rolü

Çarşamba günü Safevi Hanedanının ceddi sayılan Şeyh Safiyeddin Erdebili'yi anma günü bilim insanları, tarihçiler ve kimi kesimlerin katılımı ile Erdebil'de düzenlendi.

Tesnim Haber Ajansı- Bu bağlamda İslami Uyanış Küresel Kurultayı Genel Sekreteri Ali Ekber Velayeti'nin mesajı okundu. .

Ali Ekber Velayeti bu mesajında bu büyük şahsiyet ile ilgili şu vurguda da bulundu: "İranlıların köklü ulusal birliği ve topraksal bütünlüğünde Safevilerin rolü aşikar. "

Bu mesajın tam metni ise şöyle: 

Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla

Şeyh Safiyuddin Erdebili'yi Anma Günü

İran toprakları, Zeydiyye, İsmailiyye ve İsnaaşeriye (On iki İmam) olmak üzere üç ana gruptaki Şiilerin niceliksel büyümesi, entelektüel ve manevi gelişimi için uzun süre boyunca uygun bir zemin ve ortam sağlamıştır. Bunların içinde 12 İmam Şiiliği, sahip olduğu fikri, kelamî, ilmî, fıkhî ve kültürel alanlardaki ahenkli gelişimi nedeniyle en zengin fikri ürünleri üretmiştir.

 İmam Rıza'nın (a.s) gelişinden itibaren İran topraklarında tam teşkilatlanmış bir yapıya sahip olan 12 İmam  Şiiliği, İran'da, özellikle orta kesimlerde, tüm yapılarıyla aydınlar tarafından kabul görmüş ve derin İran irfanı tarafından da desteklenmiştir. 12 İmam Şiiliği, İran'ın içinde bulunduğu tarihi ve sosyal şartlar gereği büyüyerek savunmasız İran halkı için bir savunma üssü haline geldi. Abbasi'nin halifeleri ve yandaşlarına karşı Moğolların ve diğer efendilerin zulmü ve acımasızlığına karşı bir üs oldu.

Böylece, İranlıların İslami inancı, çeşitli tiranlık karşıtı merkezler ve adalet arzusu ile bağlantılı olarak gelişti.  İranlıların on iki masum imamın (a.s) hak imametine ve diğer dinlerle toplumsal ilişkilerine dair konumları da din-ötesi bir yer buldu. Bu güçlü din-ötesi konum, bazen siyasi-askeri boyutta, bazen de tasavvuf ve irfanda  bazen de tevhid inancında tezahür etti. İnancına bağlı ve sadık Şiiler, bu zengin görüşleri Orta Asya üzerinden ve İran’ın kültürel doğu sınır bölgelerinden Çin'e ulaştırdılar. Yani Pamir ve İndus'tan Hindistan'a ve Güneydoğu Asya bölgelerine, Azerbaycan ve İran'dan Kafkas dağlarının öte yanına, Asya'dan Balkanlar'a ve Adriyatik'in doğu kıyılarına aktardılar. Tüm bu topraklarda baskı altındaki Şiiler fikirlerini "Fars şiir ve tasavvuf dili" çerçevesinde aktardı ki bu dil kendinden gelen linguistik özellikleri ve verimli bir kültürel ortamda gelişmesi nedeniyle dinamik bir dil halindedir ve ilmî, ideolojik ve irfan kitaplarının yazılmasına oldukça uygun bir yapısı vardır- bağımsız ve hükümet dışı edebi ve sanatsal yaratımların ortaya çıkması için de geniş bir alan sağlamıştır. Peygamber’in (sav) masum ailesine karşı sevgi ve şefkat rivayetleri bu dilde fısıltılarla yayıldı, ilmî ve fıkhî diyaloglar dört bir yana ulaştı.

Çok yüce değerler taşıyan On İki İmam Şiiliği’nin, derin İran-İslam tasavvufunun etkisi ve cesur ve sadık askerler yetiştirme yoluyla (Futu Kültürü), İran kimliğini ve özellikle Saffariler (Abbasilerle ile aynı dönemdeki ilk bağımsız hükümet) dönemindeki inanmış ve adanmış askeri ruhunu (Futut ve Ayyari Kültürü) canlandırmak için eşsiz ve değerli bir etkisi oldu. Tarihi hatırası dünya Şiilerinin ve başta İranlılar olmak üzere masum imamların müritlerinin hafızalarından hiçbir zaman silinmeyecek ve tarihte ebedi kalacak olan bu sadık ve fedakar Şii askerleri arasında, Kızılbaş askerleri de vardı ki aslında bu askerler Safevi döneminde unutulmaz olarak isimlerini tarihe yazmışlardır. Yedi Kızılbaş Türkmen aşiretinden (Afşar, Kaçar, Tekeli, Rumlu, Şamlu, Dulkadr ve Ustaclu) oluşan Kızılbaşlar, savaş meydanlarında özel cesaret ve yiğitlik gösterdiler. Kendilerine has özelliklerinden biri, 12 çatlaklı kırmızı bir şapka giyiyor olmalarıydı. Başı örten kısım, geniş, ucu dar ve uzundu ve 12 Masum İmama (a.s.) olan inancın bir işareti olarak ve On iki İmam mezhebinin hak oluşuna vurgu yapan şapkada sembolik olarak 12 çizgi görülüyordu ve etrafına genellikle beyaz bir sarık sarılırdı. Şiiliğe yürekten inandıkları için savaş meydanlarındaki cesaretleri ve yiğitlikleri, Osmanlı ve Özbek birliklerine karşı manevî üstünlüklerini sağladı. Öyle ki muharebelerde Kızılbaşların sayısı Osmanlı askerlerine göre 1'e 5, en fazla 1'e 3 oranındaydı ve bütün bunlara rağmen Kızılbaşlar savaştan korkmuyorlardı ve hayatlarına mal olsa bile savaşa devam ediyorlardı. Çaldıran savaşında Kızılbaşların sayısı 30 bin, Osmanlı asker ve yeniçerilerinin sayısı ise 130 bin kişi olup, İran kuvvetlerinin komutasını belirlemede bir yanlışlık olmasaydı İranlılar bu savaşı kaybetmeyeceklerdi. O beceriksiz komutan Durmuş Han, Şah İsmail'in kayınbiraderiydi ve özel jeopolitik özelliklere sahip bir bölge olan Çaldıran’da yenildi.

İlk üç Safevi kralı Şah İsmail (H. 930-907), Şah Tahmasb (H. 983-930) ve Şah Abbas (H. 1038-996) döneminde yani, çok değerli ve güçlü bir dönemin yaklaşık 131 yılı boyunca İranlılar, her ikisi de daha sonra telafi edilen Çaldıran Savaşı ve Portekizlilerle yapılan savaş dışında hiçbir büyük savaşta yenilmediler.

İslam'ın İran'a gelişinden sonra, İslam dini İranlılar tarafından geniş ve derin bir şekilde kabul gördü ve Ehl-i Beyt (Allah’ın selamı onların üzerine olsun) sevgisinde, Sünni veya Şii olsun, İran’daki insanlar arasında hiçbir fark yoktu ve bu nedenle geçmişleri temel olarak Ehl-i Beyt sevgisinde ortaktı. Osmanlı ve İran savaşlarının sebebi, Osmanlı'nın yayılmacılık politikası ve iktidar hırsıdır. Zira Hindistan'da kurulan Babür İmparatorluğu Sünni idi ve Hindistan'ın ilk kralı Muhammed Babür, Şah İsmail Safevi'nin yardımıyla hükümdar oldu. Yine Hindistan'ın Babür hükümdarlarından Humayun, Suri Hanedan’ının saldırısından sonra yenildi ve bu hanedanın hükümdarı Şah Şir’den kaçıp Safevi Şahı Tahmasb'ın sarayına sığındı ve bir süre sonra Şah Tahmasb onu 12 bin İran kuvvetiyle Hindistan'a gönderdi ve Babür imparatorluğunu onlara geri verdi. Öte yandan Mısır Memlükleri Sünni olmalarına rağmen Osmanlı hükümdarları onlara saldırdı. Dolayısıyla bu minvalde Şii-Sünni savaşı üzerinden söylenenler doğru değil.

Safevi hanedanının atası, İran ve Şiilik tarihinde büyük bir adam olan Şeyh Safiyuddin Ebulfeth İshak Erdebili, Firuz Şah'ın torunuydu. Safiyuddin'in nesebi, İmamiye Şiilerinin yedinci imamı olan İmam Musa Kazım'a (a.s.) 19 aracı vasıtasıyla dayanmaktadır. İranlıların ulusal ve dini kimliğinin şekillenmesinde Şiilik tarihindeki en etkili din adamıydı ve İran'ı canlandırmak için çok çaba sarf etti. Bu yolda çok emek vererek yorulmak bilmeyen ve takdire şayan bir çabası oldu. Gençliğinden itibaren, On İki İmam Şiiliğinin genç bir figürü ve otantik İran kimliğine inanan bir İranlı olarak tanındı. O Safevi hanedanını oluşturan bir hukukçu, mutasavvıf, alim ve mücahitti. Devam eden bu bağlamda tarihte ilk kez Safevi hükümdarı Şah Tahmasb’ın hükmüyle, fakih otoritesinin ilk tezahürü, Muhakkık-ı Sani olarak bilinen büyük Şii alim Ali bin Hüseyin bin Abdulali Karaki tarafından hayata geçirildi. Karaki, Şeyh Bahai, Mirdamad ve Mirfenderski'nin hocası ve Şii tarihindeki en büyük araştırmacı ve alimlerden biriydi ve Alim Hali gibi Şiiliğin teşvik edilmesinde ve Şiiliğin bilimsel temellerinin sağlamlaştırılmasında önemli bir rol oynadı.

Şeyh Safiyuddin Erdebili, İranlıların karmaşık ve uzun tarihinin gerçeklerini keşfetmek için mevcut tarihsel kanıtlara dayanarak çok şey keşfetti ve İran'ın en uzak köşelerine seyahat etti. Hatta bazı rivayetlere göre, Şiraz şehrinin dışındaki manastırında misafirlerini ağırlayan Saadi lakaplı Ebu Muhammed Musharafuddin Muslih bin Abdullah bin Musharraf ile sohbet bile etmişti. Ama orada aradığını bulamadı çünkü belki de Şeyh Safi'nin kalbindeki vatanseverliği Saadi'de bulamamıştı. Belki de en önemlisi İran milliyetinin yeniden canlanması konusunda ki tıpkı bazı mütefekkirlerimizin böyle bir ideali gerçekleştirme konusunda ümitsizliğe kapılması gibi Saadi’de de bu konuya dair bir işaret görememişti. Saadi şüphesiz büyük ve yüce bir kişiliğe sahip olmasına rağmen, siyasi birlik noktasında ümitsizdi. Dolayısıyla İran’ın kültürel birliği noktasındaki çabasını sürdürmeye devam etti.

Saadi, Şiraz'da Salgurlular himayesinde yaşıyordu. Ancak  İlhanlı Hükümdarı Abaka Han zamanında baş vezir olan Şemseddin Cüveyni ile de çok güçlü bir kültürel bağı vardı ve hatta Şemseddin Cüveyni ona şehriye gönderiyordu. Bu nedenle aşağıda büyük Saadi'den alıntılanan bu şiirlerde de Fars bölgesinin bir ülke olarak kabul edildiğini görebilirsiniz.

Afsah al-Mutakellimin lakaplı Saadi’den rivayet edilen ve onun İran edebiyatı tarihine ait bir şiiri (şiir numarası 58) vardır ve burada ülke ülke Moğol zulmünden dolayı 40 yıl boyunca gezip durmasında bahseder şöyle yazar:

Vucudem be teng amed ez cevr-e tengi/Şodem der sefer ruzegari derengi/ Cihan zir-e pey, çun sekender boridem/ çu ye'cuc bogzeştem ez sedd-e sengi/borun costem ez teng-e Torkan çu didem/ Cihan der hem uftade çun muy-e zengi......

 

Bu, İran'ın Moğolların egemenliği altında acı çektiği ve birçok şehrin yıkıldığı ve Atabakan'ın Moğollarla uzlaşması nedeniyle sadece Fars'ın kurtulduğu bir dönemdi. Yine başka bir Gazelinde (Gazel 371) vatanseverliği açıkça reddeder ve Şiraz’dan sıkılıp Bağdat’a dönmek istediğini ve vatan sevgisinin sadece rivayetlerde olduğunu anlatır:

Dil-em ez sohbet-i Şiraz bekolli gereft/ Vakt-i an est ki porsi haber ez Bağdad-em.......

Bu nedenle Şeyh Safiyuddin, İranlı Şii bir Müslüman olan Şeyh Zahid Gilani'ye ulaşana kadar gezip aramaya devam etti ve onu takip edilebilir buldu ve davranışlarında onu örnek almaya başladı. Daha sonra ise damadı oldu. 25 yaşındaki Şeyh Safi, 675'ten (kameri) 700'e kadar Şeyh Zahid'in huzurunda ilim tahsil etmiş, ilim ve incelik bakımından kendi kıymetini gösterince, gözleri görmeyen Şeyh Zahid tarafından daha sonra Safeviye Tarikatı olarak anılacak olan Zahidiya Tarikatının halefi ve başkanı olarak seçildi.

Gençliğinden itibaren Şeyh Safiyüddin Erdebili, her zaman ünlü ve tanınmış mutasavvıflardan biriydi. Müritlerine göre Şeyh Zahid, onu görmeden önce Şeyh Safiuddin hakkında şunları söyledi: "Ey müritler, müjdeler olsun ki, ilimde derinleşmiş ve âlemlerin Rabbinin sırlarını bilen mutasavvıf Şeyh Safiuddin İshak Musavi size merhamet ediyor ve yanıma geliyor. Vallahi bu mübarek genç, Cenâb-ı Hakk'ın yanındadır ve seçilmiştir." Bu sözlerden Şeyh Safiyuddin'in Şii olduğu ve halk arasında zühdü, takvası ve ahlakıyla tanınan biri olduğu anlaşılmaktadır. Şeyh Safiyuddin Erdebili'nin (kameri 735) Erdebil'de ölümünden sonra, oğlu Şeyh Sadr el-Din, ölümüne kadar (Kameri 794) babasının yerine geçti. Hem Murad hem de Hadi, geniş bir bölgede; İran, Azerbaycan, Gilan ve Kürdistan bölgesinin mutasavvıflarıydı. Emir Timur ile tanışması ve ardından gelen tarihi olaylar, İran Şii dininin manevi mürşidi olarak Şeyh Sadreddin'in önemini ve liderliğini göstermektedir. Ondan sonra oğlu Şeyh İbrahim (kameri 851) babasının yolundan gitti. Safevi tarikatının ilk hocası olarak anılır. İlme muhtaç köylülerin ve Şii aşiretlerin çoğunu kendine çekmiştir. Bu mutasavvıflar, üst düzey ilme sahip olan akıl hocalarının ölümünden sonra, korkmadan ve çekinmeden oğlu Şeyh Cüneyd'in etrafında toplandılar ve Şii siyasi görüşlerini açıkça ilan ederek halk güçlerinin seferberliğini hızlandırdılar. Selefinin dini ve siyasi hareketlerini devam ettiren Şeyh Haydar, inanç esasına dayalı örgütlü bir askeri teşkilat olan Kızılbaş adı altında bir direniş gücü oluşturdu.

İran, Safevi hanedanının kuruluşunun eşiğinde birbiriyle hiçbir ilgisi olmayan ve hatta birbirleriyle çatışan 15 ülkeden oluşuyordu. Meşruiyetlerini de Müslüman gibi görünen ama aslında cahil olan halifelerden alıyorlardı. Sonuç olarak, ulusal kimliğin hiçbir anlamı yoktu. Sonuç olarak, ulusal kimliğin hiçbir anlamı kalmamıştı ve İran halkı, özellikle de aydınlar, İran'ın yeniden birleşeceği konusunda hayal kırıklığına uğramıştı. Öyle ki büyük Saadi (daha önce de bahsedildiği gibi) de ifadelerinde ülkesini Fars bölgesi olarak görmüştür ve politik olarak, İran'ın farklı bölgeleri arasında güçlü bir bağlantı bulunmuyordu.

Ancak İslam'ın gelişinden yaklaşık dokuz asır sonra, Safevi döneminde İran, İran oldu. 900 yıl sonra coğrafi sınırları yeniden belirlendi. İran kimliği yeniden tanımlandı. Ehl-i Beyti İslam, ülkenin resmi dini oldu. Şah İsmail Safevi ilk kez İran hükümdarı adına madeni para bastırdı. Kameri 907'den 1038'e kadar 131 yıllık bir süre içinde İran, belirli sınırlar çerçevesinde o dönemde dünyanın birkaç birinci sınıf gücünden biri olarak parlayarak öne çıktı. Safeviler, İran'da yaşayan tüm etnik grupların zekasıyla, gerçekçi bir bakış açısı ile etnik farklılıkları arkaya atarak bir İranlı kimliği oluşturmayı başardı. Toprak birliğinin yanı sıra din birliği ve mezhep birliği için çaba sarf ettiler. Merasimler ve ziyaretlerle birlikte, bir yanda ezan okuyup ve Hüseyin’in (a.s) hatırasını canlı tutan yas meclislerini ihya ederken diğer yandan İranlı kahramanların hatırasını canlandıran milli etkinlikleri ve Şahname'yi okumayı teşvik ettiler. İran İslam sanatını resim, hat ve mimari alanlarında mükemmelleştirdiler. Aşura ve Nevruz yan yana, milli yas ve milli bayram olarak kabul edildi. Birleşik bir İran'ın yeniden inşası ve İran kimliğinin bu çok verimli ve kalıcı temelinde yeniden tanımlanması ve canlandırılması için Safevi döneminin bu simyası, sadece Safevi hükümetinin çabalarının bir sonucu olarak değerlendirilemez aksine, bu tarihsel yeniden yapılanmada ve insanları Safevi politikası ve stratejisiyle buluşturmada Şii alimlerin rolü çok belirleyiciydi ve hayati bir öneme sahipti.

Güçlü hükümdarlar silsilesinden ve doğru bir yönetim anlayışından bahsederken İran’ın İslam’la tanışmasından sonra adını duyuran hükümdarlarından Şah İsmail Safevi, Şah Tahmasb ve Büyük Şah Abbas adlı üç hükümdardan söz edilmelidir. Bazı problemlere rağmen, Şah Abbas şüphesiz en önde gelen ve en değerli olan hükümdardı. Kelimenin tam anlamıyla bu bilge ve güçlü hükümdar ile karşılaştırılabilecek olan ve ülkesine onun kadar değer katan başka bir hükümdar daha olmadı.

İran'ın siyasi yaşamının devamı Safevi hanedanı tarafından garanti altına alınmış ve 10 bin yılı aşkın süredir dünyanın en uzun medeniyet tarihine sahip olan (Örneğin, Şahrud'un Neolitik döneme ait Çakmaktaşı Tepesi, Kaşan'ın İpek uygarlığı, Sistan şehri, Kirman yakınlarındaki Tunç çağına ait  Jiroft Sandal yerleşkesi vb.) bu eski ülke fiilen kalıcılığını korumuşken İran'ın rakipleri Yunanistan, Roma, Eski Mısır, Hindistan ve Çin ülkelerinden, hiçbiri İran'ın uzunluğuna, tutarlılığına ve kültürel sürekliliğine sahip olamamışlardır.

Sanayi ve tarımı ve askeri gücü teşvik etmede Safevilerin yeteneği dünyada benzersizdi. Örneğin İran, Şah Abbas döneminde Çinli profesörleri kullanarak ileri düzeyde çini üretme üzerinde çalıştı  ve Çin'den sonra ikinci çini üretim ülkesi olarak öne çıktı. Bundan önce Selçuklu ve İlhanlı dönemlerinin çanak çömlek ve çinileri son derece sanatsal ve hassasiyetle yapılmıştı ancak onu nihai mükemmelliğine ulaştıranlar Safevilerdi. Safevi döneminin çömlekçileri ve porselen yapımcıları, atalarının desen ve üsluplarını körü körüne taklit etmediler, bilakis en seçkinleri olan yeni çanak çömlek ve porselen türleri icat ettiler. Özellikle güzel bir renge sahip olan ve çok narin ve sade tasarımları olan süt rengi bir fonda işlenen çiniler bu bağlamda yer almaktadır. Yıldız benzeri biblolar gibi çininin en orijinal dekoratif motifleri, olağanüstü bir hassasiyet ve zarafetle çizilmiştir. Renklerin yumuşaklığı ve tasarımın sadeliği ve ayrıca bu tabakların sade sırları onlara çok fazla ihtişam veriyordu. Ekonomide dikkate değer bir dehaya sahip olan Şah Abbas, İran'ın el sanatlarından elde ettiği geliri artırmak için İran'da Çin'inkine benzer porselenler üretmeye çalıştı. Çin porselenleri yüzyıllardır Avrupa pazarında yerini korumuştu ve İran, pazarlama ve reklam giderleri harcamadan Çin porselenlerine benzer porselenler üreterek bu kazançlı pazardan faydalanabilirdi. Dahası, İran benzer bir çini üretseydi, Avrupalılar ihtiyaç duydukları tüm çinileri Çin'den satın almak için bir neden görmezlerdi; çünkü onu binlerce kilometre daha yakından alabilirlerdi. Bu amaca ulaşmak için Şah Abbas, Çin'den 300 çini üreticisini aileleriyle birlikte İran'a getirdi. Çoğu İsfahan'a yerleştirildi. Çinlilerin bazı özel yöntemleri kalplerinde sonsuza dek sır olarak kaldı ancak her zamanki gibi, İranlılar kısa sürede bu grubun çalışma yöntemlerini daha fazla öğrenmekle kalmadılar, aynı zamanda ona yenilikçi porselen formları eklediler ve geliştirdiler.

Bir başka örnek de İsviçre'den İran'a çok sayıda saat ustasının getirilmesi ve İran'ın dünyanın sayılı saat ustaları merkezinden biri haline gelmesidir. Şah Abbas, Safevi İran'ının tekstil endüstrisinde büyük bir değişimin başlatıcısıydı. İran el sanatlarının ihracatı konusundaki özel görüşleri ile İran'ın tekstil endüstrisinin gelişmesine öncülük etti. Krusinski, "İran'ın Kraliyet Kıyafetleri ve Elbiseleri Hakkında" adlı bir raporda şunları yazdı: ‘Büyük Şah Abbas’ın öngörüsü, başkent İsfahan'ın yanı sıra Şirvan, Karabağ, Gilan, Kaşan, Meşhed bölgelerinde çok sayıda ve çok amaçlı atölyelerin kurulmasına vesile oldu. İpek dokumalar ve sarıklar görkemli ve şaşırtıcı bir şekilde ve gözlemcilerin sıkı gözetimi altında kraliyet ailesinin yanı sıra halkın kullanımı için de dokunuyordu ve aynı zamanda kraliyet sarayı için halılar ve diğer örme ürünler dokunmaktaydı. Şah Abbas, her bölgenin dokumalarının kendine has sanatsal özelliklerini korumak için her atölyenin kendi yöntemiyle dokumasını emretti.’ Şah Abbas, turistlere ve yabancı askeri danışmanlara İran'ın büyüyen endüstrisi ve ülkenin ekonomik gücü hakkında bilgi vermek için İsfahan'daki Nakşı Cihan Meydanı'nı tekstil atölyeleriyle çevreledi. 500 top ve 60 bin tüfek üretti. O zamanın standartlarında, dünya ülkelerindeki en yüksek silah seviyelerinden biri olarak kabul edildi.

 Safevilerin yaptığı bir diğer önemli çalışma, kapsamlı İran kimliğinin önemli bir parçası olarak orijinal ve köklü Azeri kimliğini istikrara kavuşturmak ve güçlendirmek oldu. Bunu da "Ben de Azeriyim" başlıklı iki yazıyla sunmuştuk. İranlılar Hazreti Zerdüşt zamanından beri tevhidi bir eğilime sahiptiler ve çoğu eski güvenilir tarihçiye göre Zerdüşt'ün kendisi Azerbaycan halkındandı ve buranın yerlisiydi. Peygamber (sav) ve İmam Cafer Sadık'tan (a.s) sahih hadisler iktibas ederek İran halkını tevhide davet etti. Bu nedenle Azerbaycan, İbrahimi tek tanrılı dinin yayılmasında önemli bir rol oynadı.

Safeviler, eğitim ve tebliğ araçlarını kullanarak İran halkı arasında Şiiliği yerleştirmiş ve derinleştirmişlerdir. Bu araçlar şunlardı: Dersler ve kitaplar; İnsanları bu önemli dini-politik çağrıya katılmaya teşvik etmek için yeni, göz alıcı ve görkemli camiler inşa etmek; Çeşitli dini günler kapsamında İmamzadeler, tekkeler ve diğer türbeler ve dini mekanlarda dualar, rovzeler, okumak için çeşitli dini toplantılar düzenlemek; Cuma namazlarını kılmak -Şeyh Ali Naki Kamrehai (ö. 1060 kameri) ve Şeyh Lütfullah bin Abdul Kerim Amuli'nin (ö. 1033 kameri) görüşüne göre Cuma namazının birlikte kılınması insanları din şevki içinde tutuyordu. Özellikle de Şiiliğin ve velayet hanedanının büyük düşmanı ve Safevilerin siyasi hayatını ve bağımsızlığını tehdit eden Osmanlı’ya karşı güç birliği oluşturuyordu-; İnançlı insanları, dini inançlarını güçlendirmeleri için İran'daki kutsal Meşhed'i ve diğer mübarek yerleri ziyaret etmeye çağırmak…

Bu arada, tam ismi Kemaleddin Hüseyin b. Ali Beyhaki Sebzevari olan ve  Hüseyin Vaiz·i  ve Molla Hüseyin Kaşifi olarak da bilinen daha çok Timur döneminde ve Safevi’lerin başlangıç yıllarında Kerbela olayını  ve İmam Hüseyin’i hikaye anlatıcılığı ile işlemiş bir hatip de bu yıllara adını yazdırmıştır. Kendi özel işleyişi ile dini bir şahsiyet, hatip, anlatıcı, yazar ve yorumcu olarak bilinmektedir. Sultan Hüseyin Baykara zamanında Kerbela olayını işlemiştir ve  en önemli iki kitabı olan Rovze-i Şüheda fi Mekatili Ehlibeyt kitabı ile Futuhatname-i Sultani kitaplarını yazmıştır. Denilebilir ki Safevi öncesi Şiiliğin resmileşmesine yönelik çalışma alanı bu tip yazarlar tarafından düzenlenmiştir. Bu durum, insanların Şii mezhebini kabul etmeye hazır olduklarını kanıtlayan iki delili ortaya koymaktadır ki: Birincisi, Kerbela şehitlerinin yası, ikincisi, her ikisi de Safevi hanedanının teorik temelleri olan yiğitlik ve şövalyeliktir. Safevi hanedanının başarısının hemen ardından bu eserler halk arasında kendine yer bulmuştur ve özellikle hikaye okuyuculuğu, rovze okuma, Şahname okuma vb. kolektif deneyimden yararlanarak okuma yazma bilmeyen sıradan insanlar arasında da yer edinmiştir.

Böylece Safevi hanedanının çok etkili ve köklü tedbirleriyle, İran kimliğinin oluşmasında eski ve etkili bir halk olan Azerilerin önderliğinde İranlılar arasında daha önce benzeri görülmemiş bir millî ve dinî birlik oluşturulmuştur. Bu pratik olarak İran'ın kalıcı birliğini sağlamıştır. Bu durum aynı zamanda Azerilerin kalıcı ve etkili konumunu da fiilen istikrara kavuşturmuştur. O dönemde Azeriler iki görevi üstlenmişlerdi: Birincisi, On İki İmam Şiiliğinin resmi din olarak konumunun belirlenmesinde yardımcı olmak ve diğeri ise Futut’un (Saffariyan döneminden Safevi dönemine kadar kahramanlık ve cesurluklarıyla bilinen savaşçı yiğit fedailer kültürü) önemli ayağını Azerilerin devralması. Bütün bunlar, Safevi devletinin kurulmasından önceki dönemde Şeyh Safiyuddin Erdebili'nin çok değerli öngörülerinin ve fikir derinliğinin nimetleriydi ve halefleri tarafından uygun şekilde takip edildi ve sonuca ulaştı. Şeyh Safiyuddin'in hareketinin üç temel çabası vardı: Şii ilahiyat okullarında fıkıh derslerinin alimler tarafından yerleştirilmesi, alimlere halk desteği verilmesi, Futut’un insanlar ve alimler arasında bir aracı olarak yer edinmesi.

Bugün Ehlibeyt’e bağlılığı ile iftihar eden ve İmam Zaman’ı beklemekten gurur duyan büyük ve şanlı İran'ımız halklarının arasındaki vahdet ve birlik ile övünüyor. İran,  şanlı tarihinde hatırası her zaman canlı kalacak olan Şeyh Safiyuddin Erdebili ve haleflerinin büyük düşünce ve çabalarına şükran borçludur.

Ali Ekber VELAYETİ

En Önemli Analiz/Makale Haberler
En Çok Okunan Haberler