ORTADOĞU’NUN YENİDEN ŞEKİLLENDİRİLMESİ SÜRECİ BAŞLADI / BATI, RUSYA VE TÜRKİYE'YE TUZAK KURUYOR
Acı ama, bir yüzyıl önce Osmanlı İmparatorluğunun çökmesinin ardından hayata geçirilen, Ortadoğu topraklarının yeniden paylaşımı süreci tekrar başladı. Bundan en fazla etkilenecek olanların Suriye ve Irak olacağına şüphe yok. Irak’ın parçalanması bir süredir öngörülüyordu ve bu olgu, çeşitli analistler tarafından titizlikle incelenmişti.
Tesnim Haber Ajansı - Acı ama, bir yüzyıl önce Osmanlı İmparatorluğu'nun çökmesinin ardından hayata geçirilen, Ortadoğu topraklarının yeniden paylaşımı süreci tekrar başladı. Bundan en fazla etkilenecek olanların Suriye ve Irak olacağına şüphe yok. Irak'ın parçalanması bir süredir öngörülüyordu ve bu olgu, çeşitli analistler tarafından titizlikle incelenmişti. Bu en sonunda şimdi, ABD, Türkiye ve Suudi Arabistan tarafından uygulamaya geçirildi.
Bu doğrultuda 2 Şubat günü Irak Kürdistanı Başkanı Mesud Barzani, Kürtlerin kendi kaderini tayin etmesi ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin (KBY) bağımsızlığı için bir referandum düzenlenmesi çağrısı yaptı. Ancak bu adımın bir devlet ilanına varmadığı, amacının Kürt halkının bağımsızlık arzusunu göstermek olduğu şerhini düştü. Fakat Barzani aynı zamanda kendi kaderini tayin hakkının inkar edilemez bir şey olduğu, “Allah tarafından verilmiş doğal bir hak” olduğu noktasındaki güvenini ifade etti. Aynı zamanda pek çok yerel siyasetçinin yakın zamanda Kürt halkının hakları konusunda pek çok yanlış sonuca vardığını belirtti ve Ortadoğu'da bir Kürt devletinin gerçeklik olduğunu ve kendi haklarını kendisinin tanımlayabileceğini vurguladı. Irak Kürdistanı Başkanı ayrıca Kürtlere çağrı yaparak, birilerinin gelip onlara bağımsızlık hakkı vermeleri beklemeleri halinde kimsenin gelmeyeceğini, bu yüzden de bunu kendilerinin talep etmesi gerektiğini söyledi.
Son birkaç yıl içinde Irak'ın Kürt bölgesi, kuzeydeki zengin petrol sahaları da dahil olmak üzere Musul ve Kerkük bölgesindeki Arap topraklarını ele geçirerek ve Türkiye'ye giden yeni bir boru hattı inşa etmek suretiyle mali bağımsızlığını güçlendirerek, toprak hakimiyetini arttırma yolları aradı. Fakat İslam Devleti örgütünün Irak'taki operasyonları ve petrol fiyatlarındaki küresel düşüş, bölgeyi iflasa sürükledi.
ABD uzun süre boyunca bu fikri besledi, ancak bunu uygulamaya geçirecek cesaretten yoksundu. Fakat kısa süre önce Washington'daki düşünce kuruluşları bağımsız Kürdistan konusunda yeni bir konsept ortaya koydu. Buna göre Kürt otonomisi yalnızca Irak'ın Kürt nüfuslu bölgelerini değil, aynı zamanda Suriye'de bulunan ve süregiden savaş nedeniyle Şam'daki merkezi hükümetin fiilen kontrolü kaybettiği Kürt nüfuslu bölgeleri de kapsayacak. Amerikalı analistler, zaman içinde İran Kürdistanı'nın da bir Kürt devletinin parçası olmayı isteyeceği umudunu taşıyor. Ancak nüfusun yaklaşık %40'ının etnik Kürt olduğu ve bu nüfusun bütün bir Güneydoğu Anadolu coğrafyasında ve Akdeniz sahiline uzanan Suriye sınırında yaşadığı Türkiye'de bu, çok daha zor. Yaklaşık bir yıldır Türkiye, ülkenin güneydoğusundaki Kürt gruplara karşı tam kapsamlı bir savaş yürütüyor. Ankara, geleneksel olarak bu bölgelerde yaşayan halkı bastırmak için, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin savaş kapasitesi en yüksek unsuru olan 2. Ordu birlikleri ile birlikte polis timlerini ve güvenlik güçlerini bölgeye sevketti. Bu bölgede her gün Türk askerleri öldürülüyor. Ancak PKK savaşçıları tarafından kullanılan silahların önemli bir bölümünün ABD ve AB ülkeleri tarafından tedarik edildiği gayet iyi biliniyor. Bu silahlar başlangıçta Irak'taki Kürt özerk bölgesi hükümetine gönderilmişti. Pek çok PKK lideri AB ülkelerine sığındı ve bu devletlerden aldıkları para, Türkiye'ye gönderiliyor. Elbette Batı'nın PKK'ya verdiği destek sadece silahlarla sınırlı değil, zira Amerika Birleşik Devletleri pek çok PKK savaşçısına eğitim de verdi. Ve her ne kadar Türkiye NATO üyesi bir devlet olsa da, Washington ve onun Avrupalı müttefikleri, Kürt özerkliği kurmak için topraklarının bir parçasını koparmak ve bu şekilde inatçı bir müttefiki ehlileştirmek yoluyla bile olsa, bu devleti zayıflatmaktan hayli memnuniyet duyacaktır. NATO'nun Ankara'yı Suriye çatışmasına sürüklemesi ve onu Rusya'yla karşı karşıya getirmesi tesadüf değildi. Türk liderlerin adımlarını yanlış hesapladığı ve kendilerini tuzağa düşmüş halde bulduğu açıktır.
Hayli ilginç bir şekilde Türk liderler, Moskova'yla uzlaşı sağlamak, bu şekilde ekonomik açıdan değerli bir ortaklığı onarmak ve yeniden Rusya'dan turist akışı sağlamak yerine, Rusya'yla kavga etmeye devam ediyor ve hatta Suriye'de Rus askeri gücüyle daha fazla karşı karşıya gelmeye istekli görünüyor. Dahası 4 Şubat günü Türkiye Başbakanı Ahmet Davutoğlu, Rusya Savunma Bakanlığı'nın Türkiye'nin Suriye'ye askeri müdahale hazırlıkları hakkındaki açıklamalarını yorumlarken, Rusya'nın Suriye Arap Cumhuriyeti'nde “suçlar” işlediğini söyledi. Daha önce Rusya Savunma Bakanlığı'nın resmi temsilcisi Tümgeneral Igor Konashenkov, Türkiye'nin Suriye Arap Cumhuriyeti topraklarına yönelik askeri saldırı için yoğun hazırlıkları olduğunu düşünmek için makul sebepler olduğunu, bunlara alışılmamış bir şekilde Lazkiye'deki bölgelerin isabetli bir şekilde vurulması ve Açık Semalar Antlaşması'nın doğrudan ihlali olacak şekilde, bir Rus gözlemci misyonunun Türk sahası üzerine uçmasına izin verilmemesinin de dahil olduğunu söylemişti. Ahmet Davutoğlu ayrıca Türkiye'nin “kendi güvenliğini koruyacak” her türlü önlemi alma hakkının olduğunu söyledi ve Moskova'nın bu tür açıklamalarda bulunmasının uluslararası toplumun dikkatini Suriye'deki “suçlu eylemlerinden” uzaklaştırma çabası olduğunu ekledi.
Ankara'nın tantanalı iddiaları, Suudi Arabistan Silahlı Kuvvetleri'nin de Suriye'ye düzenlenecek bir kara harekatına katılma hazırlığı yaptığının aktarıldığı Riyad'da da yinelendi. Tuğgeneral Ahmed Asiri tarafından yapılan açıklamaya göre Suudi Arabistan, Suriye'de Amerika Birleşik Devletleri'nin öncülük ettiği uluslararası koalisyonun çabalarının parçası olacak. Bu eylemlerin İslam Devleti örgütü militanlarına yönelik olacağı iddia ediliyor. Daha önce Suudi Krallığı'nın Dışişleri Bakanı Adil el-Cubeyr defaatle, Riyad'ın hiçbir zaman Suriye'deki süregiden krize askeri çözüm olasılığını devre dışı bıraktığını iddia etmediğini vurgulamıştı.
Koalisyonun planına göre Suriye, Akdeniz kıyısı üzerinde bir Alevi bölgesinin kurulması, kuzeyin Ankara'nın kontrolüne girmesi, Halep, Humus, Hama ve ülkenin orta kısımlarının Suudi Arabistan kontrolü altındaki Sünni güçlerin elinde olması, Kürt bölgelerinin ise Kürt Özerk Bölgesi'nin parçası olması yoluyla parçalara ayrılacak. İlave olarak İsrail halihazırda Golan Tepeleri'ni ilhak etti.
Tipik olarak, Türkiye'nin ve Suudilerin açıklamaları Cenevre görüşmelerinin başarısız olmasından bir gün sonra geldi. Bu yalnızca bir anlama gelir: Suriye'de yakında yeni bir savaş olacak. Herkes, Rus uçaklarının sağladığı yakın hava desteğiyle birlikte Suriye ordusunun ve ona eşlik eden İran Devrim Muhafızları ile Lübnan Hizbullah hareketinin Suriye topraklarını yaz ayları itibariyle teröristlerden temizleyebileceğini, Suriye-Türkiye sınırını tamamen ele geçirebileceğini ve silah ve paralı asker akışı ile petrol dolu kamyon akışına son verebileceğini anlıyor. Bu, Suriye'deki sözde “isyanın” da sonu olacaktır.
İşte bu yüzden Ankara ve Riyad acele içinde, hem de Suriye'ye girişin kendileri için öngörülemez zorluklar getirmesinin muhtemel olmasına rağmen; zira bu esnada Türkiye Kürtlere karşı kendi savaşını sürdürüyor ve Suudi Arabistan halen Yemen'de Husilerle savaşıyor.
Fakat ABD bu iki devlete hayli basınç yapıyor ve onları tehlike içinde tutmak istiyor; bir taraftan da onların eylemleri üzerinden Rusya'ya ve Suriye'ye basınç yapıyor. Ancak eğer olayların bu gidişatı büyük bir savaşa yol açarsa, Rus güçleri ateş altında kalırsa, Rusya kararlılıkla misilleme saldırılarında bulunma ve hem Türkiye hem de Suudi Arabistan'daki rejimlerin çöküşünü başlatma kararlılığındadır.
Petr Lvov / New Eastern Outlook
Çeviri: Medya Şafak